Süngerci Deniz: 1. ve 2. Bölüm

I

Anadolu’da küçük bir köyde Deniz diye bir çocuk vardı. Annesi ev hanımıydı, babası tamirciydi. Deniz yalnız büyüdü. Anne ve baba birkaç çocuk sahibi daha olmak istiyordu ama ikinci çocuğun doğumda ölmesinden sonra bir kez daha denemek istemediler. Baba dükkanda gece gündüz tamircilik yaparken bunalımdan çıkabilecekti. Belki de anne Deniz ile vakit geçirerek üzüntüsünü unutmaya çalışırdı. Deniz yalnız, melankolik bir çocuktu ama çok yaratıcıydı. Deniz için en mutlu zamanlar babasının eve gelince bazen eve oyuncak getirmesiydi. Babanın eve gelmediği geceleri annesiyle oyuncaklarıyla oynamayı çok severdi.

Bir gün baba eve televizyon getirdi. Önceki hafta sokakta bulmuş, birisi çöpe atmış, bozulduğunu düşünmüş. Ancak baba dükkanda bir hafta boyunca tamir ettikten sonra eve sağlam, çalışır vaziyette götürmüş televizyonu.

Artık Deniz televizyonu izlemeye başladı ve en sevdiği program da Sünger Bob’du. Başka hiç bir konu, hiç bir oyuncakla ilgilenmez oldu. Sadece Sünger Bob izlemeyi isterdi, izlemediği zamanlarında oyuncaklarla Sünger Bob ile oynamayı isterdi. Artık babanın eve getirdiği oyuncakları sevmemeye başladı ve sadece süngerlerle oynamayı istemeye başladı. Babası eve gelince Deniz kapıya koşardı, “Baba, yeni bir sünger aldın mi bugün?” diye sorardı Deniz.

“Allah bize yardim etsin” anne bıkkınlığını gizleyerek söylenirdi, “çocuğumuz manyak olacak, seneye okula başlayacak ve normal oyunlar oynamaz oldu, sadece süngerlerle oynamayı istiyor. Komşular dedikodu yapacaklar.” “Boş ver hayatım, geçiş evresi, bakalım. Okul başlayınca diğer çocuklarla oynamaya başlayacak, endişe etme” diye rahatlamaya çalıştı baba.

Ama öyle olmadı. Deniz’in sünger takıntısı büyüdü. Süngerler aklından hiç çıkmadı. Okula gitmeden önce süngerle sırt çantasını doldurdu, teneffüste tahta ve masaları süngerle temizlerdi, ya da tek başına bir köşede süngerden yapma Sünger Bob ile oynardı.

Çocuklar Deniz’e sürekli güldü ve dalga geçti. Öğretmenler çocukları durdurmadı. Diğer yandan, teşvik ettiler. Anne ve babayı aradılar “Ne yapıyorsunuz çocuğunuza? Bu gariple ne yapabiliriz?” diye sordular. Çocuklar süngerleri çalmaya başladı, Deniz ağlamaya başlayınca parçalar halinde geri verdiler ve Deniz daha çok ağladı. Sonra öğretmenler Deniz’i eve gönderdiler. Deniz’in okula gitmesine izin vermediler. Anne ve babası söylenmeye çalıştı ama öğretmenler asla caymadı. “Bu garip çocuk bütün okulu kaosa boğuyor! Deniz için girmek artık yasak!” diye emir etti. Anne ve baba ne yapacaklarını bilmiyorlardı. Ama köyden 5km uzak bir otobüs mola tesisi vardı, ve babasının müşterilerinin birisi orada çayhanede yardımcı olarak çalışıyordu, ve babası Deniz için otobüsleri yıkama işini Deniz’e verebileceğinden söz etti. Artık Deniz okula gitmek yerine her gün otobüs mola tesisine gitmeye başlamıştı.

II

Deniz mola tesisinde çalışmaya başladı. Her gün sabahtan akşama kadar otobüsleri yıkadı. Ama süngerleri özledi. Bütün gün fırçayla otobüs yıkadı ve çekçekle kuruttu. Ama otobüsleri yıkarken, fırça ve çekçek tutarken elinde süngerlerin dokusunu özlüyordu. Ama her gün şoförlerle, yolcularla konuştuğunda, köyden başka bir dünya aklına geliyordu. Ve bu yeni, tuhaf insanlarla tanışarak, konuşarak içindeki boşluğu bir kaç saat unutabiliyordu.

Yıllar öyle geçti. Toplumdan insanların tepkilerini gördükten sonra Deniz yavaş yavaş sünger tutkusunun yaygın olmadığını fark edebilmekteydi. Yavaş yavaş içine döndü, gözleri artık parlamadı. Kimseyle konuşmamaya başladı, artık yabancıları, yolcularla ilgilenemiyordu. Her gün hortumla ve fırçayla otobüsleri yıkarken kapıldığı utancı bilincinden o utancı fırçalar gibi fırçalayıp silmek istedi.

Bir gün otobüsü temizledi ve kalktıktan sonra Deniz kafede oturdu. Gün uzun geçmiş ve Deniz çok yorulmuştu. Oturduğu masada eski bir kitap gördü. Hemen kalktı, otobüse doğru koşmak için ama otobüs gitmişti. Deniz yine oturup kitaba bakmaya başladı. Kitabın konusu eski İstanbul fotoğraflarıydı. Deniz fotoğraflara uzun uzun baktı ve kaybettiği, görmediği, bilmediği bir şeyi özler gibi bir his içini doldurdu. Sayfaları çevirirken bir fotoğrafa bakakalmıştı. Uzun sakallı, yaşlı bir adam gözüne bakıyordu. Gözleri sert bakışlı ama vücudu dünyadaki bitkinliğini açığa vuran bir his veriyordu. Sırtı bükülmüş ve çubukla sırtında bir sürü sünger yüklüydü.

Deniz saatlerdir fotoğrafa bakıyordu. Artık ezberlemişti. Ama kafasında çok soru vardı. Bu adam kimdi? Süngerle ne yapıyordu? Nereden almıştı süngerleri ve nereye götürüyordu? Vücudu neden bu kadar kırılmış ve gözleri o kadar sert bakıyordu?

Leave a Reply