Süngerci Deniz: 7. ve 8. Bölüm

 

Sleeve, Sponge Bob, Pool, Water, Celeste, Swirl

VII

Bir telaşla uyandı. Yüzünü, kollarını, vücudunu kontrol etti, derin bir nefes aldı. Sadece bir rüyaydı. İlyas’a döndü, uyandırmaya çalıştı. Ama uyanmadı. Daha dikkatle İlyas’a baktı, gözlerinin açık olduğunu fark etti ve yastığı çekti. İlyas’in kolunda bir iğne gördü. Bağırarak odadan çıktı ve restoran salonuna koştu. “Abi, abi gel! İlyas uyanmıyor kolunda iğne var!” diye bağırdı Deniz. “Sus hayvan! Saat kaç biliyor musun? Sen işine bak. İlyas ne yapacağını biliyordu, artık yapacak bir şey yok.” diye cevap verdi Yavuz. “Ama abi ambulans lazım bir doktoru arayalım!” “Eşek oğlu eşek! Kes sesini işine bak! Hallederiz dayak mı yemek istiyorsun? İlyas’a veya Sinan’a söz mu verdin, yoksa?”

Deniz, Yavuz onun sünger çubuğunu yüklerken, gözleri doldu. Bu olurken karnının ta diplerinde bir yerlerde içini ısıran bir korku hissetti. Listeyi aldı ve restorandan çıktı. Geri döndü ve Yavuz telefonda el hareketleriyle konuşup arka odalara girdi. Deniz bütün gün Kapalıçarşı’nın, Süleymaniye’nin arka sokaklarında dolaştı, listeye göre dükkanlara süngerleri verdi. Kimse İlyas hakkında bir şey sormadı, sadece “yeni eşek misin?” diye sordular. Deniz cevap veremedi, o kadar karışık hissetti. Önceki gün hayaller ile uğraştığını hissetti ve bugün bütün dünyası kararmıştı. “Eşek değilim, süngerciyim” demek istedi ama boğazında sanki bir yumak varmış gibi ses çıkaramadı.

O gece restorana döndüğünde kimse yoktu, sadece masada bir çorba ve 3 dilim ekmek vardı. Çorba içtikten sonra yatağa gitti ve uyumaya çalıştı ama bütün gece rahatsız bir şekilde uyudu. Ertesi sabah Yavuz’a hiçbir şey söylemeden yola süngerlerle çıktı, dağıttı, akşam restorana döndü.

Yıllar öylece geçti. Deniz yeni hayatına yavaş yavaş alıştı. Bütün gün sokaklarda gezdi, süngerleri dağıttı. Bütün dükkancılar artık Deniz’i görmeye alışmıştı ve birbirleriyle konuştular, “bu eşek uzun yaşıyor, çok sağlıklıymış.” Deniz rutine yerleşti. Bay Yengeç restoran, Sinan, Yavuz ve İlyas’ı kafasından uzak tutmaya çalıştı. Erken kalkıp, gündüz sokaklarda, süngerlerle vakit geçerek ilk korkutucu günleri unutarak mutlu olabiliyordu.

Genelde sokaklardaki yayalar Deniz’e aldırmazdı, ama köpekler sürekli havlıyordu. Bir gün Süleymaniye’nin arka sokaklara dolaşırken bir köpek Deniz’i ısırdı. Aynı zamanda yürüyen bir kız görüp, köpeği kovaladı ve Deniz’e yardim etmek istedi. Bankta oturdular ve kız Deniz’in yaralarına baktı.

“Hmm… biraz kötü olmuş. Cildin zedelenmiş. Kuduza dikkat etmelisin, hastaneye gitmelisin, enjeksiyon lazım.”

“Ama hastaneye gidemem, zamanım yok, bütün gün sadece dağıtımlarım için zamanım var!” diye yas tuttu Deniz.

“Belki sana yardım edebilirim. İstanbul Üniversitesi’nde Tıp fakültesinin, son senesindeyim ve şu an hastanede staj yapıyorum. Birkaç doktor arkadaşım var, onlara anlatabilirim, bana ilaç verebilirler. Biz yine burada buluşabiliriz yarın ve ben sonra bir aşı getirebilirim.”

“Çok teşekkür ederim! İstanbul’da tanıdığım kimse çok az, ve senin kadar yardımsever birisiyle hiç tanışmadım, hiç beklemiyordum! İsminizi sorabilir miyim?”

“Kardelen. Sen?”

“Deniz”

“Demek İstanbul’a yeni geldin, Deniz? Nereden geldin?”

“Hayır, birkaç sene önce geldim İstanbul’a. Küçük hiç duymadığın bir köyden geldim.”

“İlyas nereye gitti, uzun zamandır görmedim onu. Eskiden ben ve arkadaşlarım ondan pembe süngerler alırdık.”

“Maalesef, gitti.” diye sessizce cevap verdi Deniz.

VIII

Üç hafta boyunca parkta, bankalarda buluştular. Kimse yokken, Kardelen enjeksiyonu verdi Deniz’e ve anlattı, üçüncü haftadan sonra artık kuduzdan korkmasına gerek yoktu. Buluşunca konuştular.

“Sünger dağıtmaktan mutlu musun Deniz?”

“Yani zor bir hayat, bütün gün ayaktayım ama bütün gün süngerlerle vakit geçebilirim.”

“Pekala, hangi renk seversin?”

“Benim için renkler önemli değil. Tanıdığım herkesin en sevdiği renk var ama hiç anlamıyorum. Ben sadece süngerleri seviyorum. Çocukken Sünger Bob izlemeyi severdim ve ondan süngerleri sevmeye başladım. Ama nedenini o günlerde anlatamazdım. Süngerlerle zaman geçtikçe, çocukken neleri anlatamadığımı öğrendim. Sadece objedir biliyorum, fakat temsil ettiği şeyleri seviyorum. Keşke insanlar olarak, daha sünger gibi olabilseydik! Ne kadar emicilerdir! Herhangi bir şeyi emebilir, sonra sıkarak çıkartabilirsin, ve yine bir daha emebilir. Yani herhangi bir şey gelirse yutar özümser yine boşaltabilir. İnsan olarak hayatta o kadar çile, sefalet görüyoruz ama boşaltamıyoruz. Sırtımızda yüklüyoruz, gece gündüz arasız taşıyoruz. İçimiz sıkışıyor ve kendimiz hiçbir şeyi, emdiğimiz olayları silemiyoruz. Sünger gibi olabilseydik dünya daha mutlu bir yer olabilirdi.”

Böyle birini hiç tanımadım diye düşündü Kardelen. Onunla buluşup kuduz ilacı vermek ve vakit geçirmeyi, konuşmayı çok sevmişti ve ilaçlar bittikten sonra onu göremediğine üzüldü. İlacın son gününü sordu Denize: “İstersen akşam, staj saatlerim bittikten sonra yürüyebiliriz Eminönüne kadar. Babam Şehir Hatlarında çalışıyor, halatla vapurları iskeleye bağlıyor. Döndüğümde beni evde bulmayı sever. Oraya kadar yürüyebiliriz ama babamla buluşmadan önce ayrılmalısın, babam sakın görmesin.”

Bir kaç ay boyunca Deniz’in dağıtımları bittikten sonra ve Kardelen’in işi bittikten sonra Süleymaniye’de buluşup, tepenin aşağısına yürüdüler. Beraber vakit geçirmek ikisinin de  karanlık hayatlarını aydınlattı. Deniz gün içinde tanıdığı insanlar hakkında konuştu, Kardelen hastanede neler gördüğünü anlattı. Hastanede çalışmayı sevmiyordu Kardelen. Ailesi fakir olduğundan bütün umutlarını Kardelene bağlamıştılar. “Bazen baskı o kadar artıyor ki, rahat hissetmek için yapabileceğim tek şey cigara içmek” diyerek utanarak Deniz sırrını paylaştı. “Babam benim en başarılı öğrenci ve doktor olmam için baskı uyguluyor. Annem bir doktorla evlenmem için baskı yapıyor. Ama sadece kendi mutsuzluklarından ötürü bana baskı yapıyorlar. Hep fakirler arasında ve fakir bir aileyle büyüdü. Köyden başarılı olmak için üstünkörü hayallar ile için İstanbul’a geldiler ama mutsuzluk batağında emeklemekteydiler, nesillerin umutlarını bana yüklediler, onları boktan bir hayattan kurtarmak için. Onların istediği hayat hiç hoşuma gitmiyor, kendim için yaşamayı, karar vermeyi istiyorum. Onlara göre başarılı insan, bana göre ruhsuz ve boş hepsi. Ama benim en sevdiğim insanlar, ilginç görünen, farklı düşünen, aileme göre kötü olanlar. Hırslı değil, yüksek sınıf değil, cigara içiyorlar.” “Ama söylediğin gibi doğruysa, cigara sünger gibi olmalıymış. O kadar kötü bir şey olamaz, eğer insanın sıkıştığında sıkıntılarını boşaltmaya yardım ediyorsa.”

Bir gün öpüşerek elveda dediğinde çayhanenin sahibi gördü ve Kardelen’i fark etti. Deniz’i zaten tanıyordu, her gün süngeri dağıttığını görüyordu. Kardelen ve babası çayhanede oturduktan sonra çaycı babasının kulağına fısıldadı. Baba pancar gibi kırmızı oldu ve “eve git” diye sert bir şekilde emir verdi. O gece evde babasıyla tartıştı.

“Onurumuza ihanet ettin! Pis süngerciler İstanbul’un en düşükleri, şerefsizler! Hani, doktor olacaktın! Zengin biriyle evlenecektin!”

“O süngerci tanıdıklarım sapık doktorlardan daha çok onurludur! Doktor olmak istiyorlar ama sadece statü için, istediğiyle düşüp kalkabilmek için. En azından o süngerci için o kadar boş bir perspektif yok.”

“Onurlu ismimizi kirletiyorsun, sadece bir süngerci için!”

“Onurlu ismimiz mi? İsmimiz bok! Ne onurumuz be? Bütün gün sigara, çay içip arkadaşınla kızlara bakıp saçmalıyorsun, onur nerede var ki onuru göresin?”

“Orospu! Ne söylüyorsun! Süngerciyle artık görüşmeyeceksin ya da artık kızım değilsin!”

“Boş bir tehdit biliyorum. Ailemin hiç onuru olmadığı için bu kadar bana baskı yaptığını biliyorum. Nesillerdir köpek gibi yaşıyoruz ve bensiz köpek gibi kalacaksın. Baban sokakta köpek gibi ölmüş ve sen de köpek gibi öleceksin. Onur diyorsun! Sen de serserisin tıpkı önceki nesiller gibisin.”

Baba terliği yerden aldı, Kardelen’e vuracaktı ama şöyle bağırdı Kardelen: “Hayvan! Bana dokunma! Bana vuracaksan evden kaçarım! Ben olmazsam seni içinde debelendiğin bataklıktan kim çıkaracak?” Baba şoktan oturup kaldı ve Kardelen kendisini kilitledi odasına.

Leave a Reply